İnsanlar Mutlu Zamanlarında Bile Neden Arabesk Dinliyor?

Pop, rock, rap, hip hop, R&B, trap, caz, blues, country, reggae, metal, klasik…  Tüm bunlar dünyanın her yerinde kabul gören müzik türlerinin başında geliyor; Anadolu Rock gibi yerelleştirilmiş versiyonlarını zaten biliyoruz.

Kökeni 10. yüzyıla kadar uzanan klasik Türk musikisi ya da diğer adıyla Türk sanat müziği; 80’lerde bu klasik akıma alternatif olarak doğan fantezi müzik gibi türler de bu topraklara özgü değerlerin başında geliyor. Bu değerlerin arasında bir de “arabesk müzik” var ki onun hikayesi bambaşka…

Bir Spotify araştırması: Türkiye’de arabesk müziğe olan ilgi son 3 yılda 4 kat arttı…

Bergen gibi filmlerin de etkisiyle arabesk müzik, günümüzde daha önce hiç olmadığı kadar etkili. En çok dinlenen ilk 10 isim arasındaki sanatçıların 3’ü günümüzde hayatta değilken, en az 4’ü aktif olarak yeni şarkı üretmiyor. Yani eski şarkıların yeniden popüler olduğu dönemdeyiz. Peki neden? Yakın tarih yolculuğuna çıkıyoruz. 

Aslında 1940’lı yıllarda Türkiye’de ilk arabesk müzik denemeleri yapıldı ancak toplumda ‘Arap müziği’ olarak algılanınca çok da ilgi görmedi bu yeni tarz:

Türkiye’deki ilk arabesk müzik denemelerini yapan Haydar Tatlıyay

“Arabesk” kelimesi, Fransıcadan Türkçeye geçmişti ve anlamı ‘Arap tarzı’ demekti. Klasik Arap müziğinden esinlenilerek yapılan ilk denemeler, toplumda kültürel açıdan karşılık bulamadı pek de…

Her şey Türkiye’nin büyük bir dönüşüm sürecine girdiği 1960’lı yıllarda başladı…

Günümüzden 65-70 yıl önce başlayan hem kültürel hem de siyasal uygulamalar, ülkede yayları germişti. Detaylara girmeyelim, önemli olan o dönem oluşan travmalar…

Aslında o yıllardan önce Türkiye’de “müzik dinlemek” insanların çoğunlukla hoş vakit geçirmek için yaptıkları bir eylemdi: 

Sebebi basitti: Bir sanatçının tanınması ve şarkısının dinlenmesi için verilen emek silsilesi bugünkünden çok farklı ve uğraş istiyordu. Kayıtların önce taş plağa, plağın seri üretime ve en sonunda pikapa girdiği ana kadar geçen sürede müzik dinleme, hem pahalı hem de seçkin bir zevkti. Plakların her iki yüzünde 1’er şarkının yer alması, dinlenen şeyi daha özel ve eşsiz kılıyordu. 

Büyük Buhran krizi ve sebebi olduğu II. Dünya Savaşı’nın izleri silinmeye başlamış; Türkiye gibi genç ve gelişmekte olan ülkelerde üretim nispeten hızlanmış, iş fırsatlarının sayısı artmıştı. Dünya ‘global bir köy’ haline geliyordu:

60’lı yılların rock yıldızlarından The Beatles grubunun üyeleri

Ancak Anadolu insanı, bu fırsatlara kavuşmak için büyük şehirlere göç etmek zorundaydı. Yıllar sonra sinemaya bile yansıyacaktı bu durum:

Taşı Toprağı Altın Şehir filminden, köylü resmi temsil eden vatandaşın İstanbul’a gelişi, 1978

Sadece yukarıdaki ikonikleşen Köyden İndim Şehire değildi tek örneği. Sürü, Taşı Toprağı Altın Şehir gibi Türk sinemasını şekillendiren farklı türlerde filmler gördük. 

Köyde büyüyen birinin şehre göç etmesi ciddi bir kültür şokuna sebep oluyordu:

Köyden İndim Şehire, 1974

Çoğu işçi olan bu insanların kapital düzen karşısında yaşadıkları, filmlerde hissediliyordu zaten. Büyük bir kısmı uyum sağlayamıyor, dışlanıyor, biraz para kazanıp doğduğu köye geri dönmek için gün sayıyordu belki de…

Arap ülkelerinden alınan raks müzik, Türkçe yazılmış sözlerle buluştu ve…

Adnan Şenses gibi sanatçıların doğrudan uyarladığı şarkıların ardından Orhan Gencebay ile rock müzik esintileri, Hakkı Bulut ile de Türk halk müziği esintileri yer aldı arabeskte. Zamanla Müslüm Gürses ise batı enstrumanlarının kullanıldığı yaygın arabesk şarkılarıyla karşımızdaydı.

70’li yıllarda plakların yerini kasetler almaya, müzik üreten ve dinleyen için bir zevk değil de “ifade aracı” olmaya başladı:

Kasetler müzik üretiminde bir devrim yarattı. Aynı anda daha çok şarkı içeren, daha küçük ve kullanışlı bu son teknoloji ürünün sevkiyatı da daha kolaydı. Aynı kutuya daha çok kaset sığıyordu mesela.

Ortalığın “babalarla” kaynadığı, kaynamaya başladığı yıllarda arabesk müzik; kaynağı olan Arap kültürünün aksine kadınların da sesi oldu:

Doğuştan yetenekli Bergen gibi sanatçılar; yaşadıkları zorlu hayatı, bir o kadar sarsıntı geçirmiş topluma ifade etmek için arabesk müziği tercih ettiler.

Daha çok sanatçı, daha çok şarkı, daha çok dinleyici oluştu çok kısa sürede:

Moda şarkıların üzerine hikayeler yazıldı, filmler bile çekildi. Bir sanatçı için müziğini tanıtmanın yolu oldu sinema… Onlarca arabesk filmi patlak verdi bir anda:

Dahası insanlar bu filmleri izliyorlar, çünkü sadece şarkıları değil hikayeleri de kendileriyle özdeşleştiriyorlardı. Yoğun göç sonrası şehir insanların dışladığı topluluklar imkansız aşkların sayısını artırmıştır belki de… Stereotipler de hep böyleydi, imkansızlıklar içindeki bir gencin mutluluğa kavuşma savaşı konu oluyordu. 

Sosyolog Ahmet Talimciler, “Tüm bu olup bitenleri içinde yaşadığımız toplumun acı çekme ile kurduğu bağlantının gücünü de göz ardı etmeden değerlendiremeyiz.” diyerek, arabeskin yaygınlaşmasında toplumun acıya karşı yaklaşımının da etkisi olduğu söylüyor.

Mağarada doğdum deyip bir inşaat işçisiyken keşfedildiği söylenen İbrahim Tatlıses’in ‘Turkish Pavarotti’ olarak anılmasına kadar giden yolculuk da bu yıllarda başlamıştı:

Bir de genç ve çocuk sanatçılar furyası başlamıştı… Yeryüzündeki tüm acılara hakim babalar ve “acıların kadını” gibi lakaplar yetmemiş, acıların çocuğu çıkmıştı ortaya:

Bir çocuk üzerinden yaşanması zor duyguları anlatmak daha etkili oluyordu çünkü. Çocuk masumiyeti, arabesk müziğin isyankar tavrıyla birleşince “acıların ergeni” olan nesiller yetişti diyebilir miyiz?

Yaşanan travmalarların sesi olmaya başladı bu şarkılar ve filmler… 80’li yıllara geldiğimizde farklı tarzların arabesk müzikle birleşme dönemi başladı:

Tıpkı Anadolu Rock gibi, Türk popunda da arabesk izlerini görmeye başladık 80’lerde. Pop sanatçılarının albümlerinde arabesk şarkılar, arabesk sanatçılarının albümlerinde pop şarkılar etkisini gösteriyordu.

Her şeye rağmen halk arabesk müziğe mesafeli yaklaşıyordu. 1982’de TRT tarafından yapılan sokak röportajına kulak verelim:

90’lı yıllarda arabesk, CD’lerin de hayatımıza girmesiyle sadece dışlanan kişilerin sesi olmaktan çıkıp popüler kültürde karşılık bulmaya başladı: 

Arabeskin sadece sosyal olarak ötekileştirilen insanlara özgün olduğu algısı Talimcilere göre 90’lı yıllarda kırıldı: “Özellikle 90’ların ikinci yarısında başta Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve İbrahim Tatlıses olmak üzere pek çok ismin farklı şekillerde popüler kültürün içerisinde varlığını artırması sonrasında bu algı da değişmeye başlamıştır. Müslüm Baba’nın Papatya, Babamın Öldüğü Yaştayım, Nilüfer gibi unutulmaz şarkılarla bir anda kendi kemik kitlesinin yanı sıra bambaşka bir kitleye de hitap etmeye başladığını bu vesile ile tekrar hatırlayalım.”

Yaşanan travmalar, Müslüm Gürses’in 1989’daki Gülhane konserinde zirveyi görmüştü: Kendinden geçen sapkın kitlenin arasından çıkan biri, Gürses’i bıçaklamıştı:

Darbeler, siyasal rüzgarlar derken… İnternetin etkisiyle ve müziğin endüstri haline gelmesiyle konu artık arabesk rap’e kadar geldi: 

“Ülkenin içinden geçmekte olduğu siyasal, ekonomik ve kültürel süreçler dönüşüme uğradığı gibi arabeskin de dönüşüme uğraması kaçınılmaz bir durumdur.” diyor Ahmet Talimciler ve ekliyor; “Son on, on beş yıldır arabeski başta rap müziği icra edenler de olmak üzere pek çok alanda yeniden ve yeniden görmeye devam ediyoruz.”

Arabesk müzik, öfkenin yönünü değiştirip karamsarlık mı aşılıyor, sorunların çözülmeyip büyümesine mi yol açıyor? 

“Bu ülkenin yaşanan sorunlarla mücadele etme ve o sorunları bertaraf etme kültürü ile yaşamadığını unutmamalıyız. Arabesk veyahut diğer müzik türlerinin hiçbirisi ne sorunları geleceğe taşır ne de bu sorunların büyümesine sebep olur. Var olan durumu yansıtırlar ve olduğu gibi kalmasına da aracı bir rol üstlenirler.”

“Uzun yıllar boyunca arabesk müzik eşittir yoz müzik algısı toplumsal hayatın içerisine enjekte edildi.”

Arabesk müzik, toplumun yüksek eğitimli veya gelirli kesminden dışlanmış bireylerin sesi mi oldu peki sadece? Arabesk müzik sevmeyen, hatta radikal bir şekilde karşı çıkan kesimin savunduğu “arabesk müzik ezikliktir” düşüncesi Talimciler’e göre hatalı. 

“Ancak bu eşleşmede göz ardı edilen husus, bu ülkenin yüksek eğitimli veya yüksek gelir grubuna mensup kitlesinin de içinde yaşanılan kültürün bir ürünü olduğu gerçeğiydi. Bu topraklarda, batıda gördüğümüz burjuvazi veyahut aristokrasiye mensup aile geleneklerinin olmaması gerçeğini de unutmamalıyız.”

“Ülkenin en zengin aileleri için bile en fazla üç kuşak geriye gidebiliyorsunuz, bu durum ise gelenek denilen kavram üzerine inşa edilen kültür ve değer yargılarının bu topraklarda ne kadar köksüz olduğunu ortaya koyuyor. Bu yüzden de ilk zamanlarda ortaya atılan yoz kültür nitelemesi; zamanla arabeskin, içinde yaşadığımız kültürün parçası olmasıyla yer değişmeye başlamıştır.”

“Farklı hayatları yaşayanların ortak paydada bir araya gelememelerinin arkasında arabeskin değil, bu ülkenin kültürel ve bireyselleşmeyi hala içselleştirememiş yapının etkileri söz konusudur”:

Talimciler, “Farklı ideolojilere, inanışlara, bakış açılarına veya gelirlere sahip olan insanların farklı konularda bir araya gelebilme olasılığının ne kadar kısıtlı olduğu gerçeğini de unutmamalıyız.” diyor:

“Yani söz konusu arabeskin birleştirdiklerinin bir araya gelememesi durumu diğer alanlardakilerin de bir araya gelememesinden bağımsız bir gerçeklik değil. Üzerinde durmamız gereken bir diğer hususun ise yine bu nokta ile yakından bağlantılı olarak, bu ülkenin siyaset anlayışının her daim böl-parçala ve yönet üzerinden işlemekte olduğu gerçeğidir. Farklı kompartımanlarda yaşayanlar arasındaki bağlantıyı mümkün olduğu ölçüde azalttığınız andan itibaren istediklerinizi çok daha kolay ve rahatlıkla hayata geçirebilme şansı elde edersiniz. Farklı hayatları yaşayanların ortak paydada bir araya gelememesinin arkasında arabeskin değil bu ülkenin kültürel ve bireyselleşmeyi hala içselleştirememiş yapının etkileri söz konusudur.”

Arabesk müzik, popülerliği ve geleceği hakkında düşüncelerinizi aşağıda paylaşabilirsiniz.

Yorum yapın